Selanik : Şehir Turu, Makedonya’ya Gidemeyişimiz ve Otostop Hikayeleri

Önceki yazımızda bahsettiğimiz hikayenin ikinci günü. Kısaca özetlemek gerekirse, sabah Selanik’te kısa bir tur atmamız, Üsküp’e gitme denememiz, sonraki gün Türkiye’ye dönmemizi kapsayan bir yazı olacak.

Selanik Şehir Turu

Selanik, Türkiye bayramları ve resmi tatillerinde Türkiye vatandaşları tarafından rağbet gören bir şehir. Turlar genellikle Dedeağaç, Kavala, İskeçe ve Selanik dörtlüsünden ikisini kapsayacak şekilde yapılıyor. Mesafe olarak baktığımızda Ankara’dan İstanbul turuna gelmek gibi bir şey zaten 🙂

İlk amacımız sabah erken uyanıp, İlk önce Atamızın evine uğrayıp, şehrin bir kaç sembol noktasını gördükten sonra Üsküp’te bizi bekleyen Esen’in yanına gitmekti. Sabah ev sahibimiz Sokratis ve diğer misafirlerle vedalaştıktan sonra evden ayrıldık. Evdeki Fransız arkadaşın elini sıktıktan sonra tokalaşmak için kafamı götürdüğümdeki şaşkın bakışları görmeye değerdi 🙂 “Biz böyle selamlaşırız.” diyip şaşkınlığını biraz geçirmeye çalıştım.( Bence ülkemizin turizm elçisi olma yolunda mükemmel bir başlangıç yaptık 🙂 )

Kiliseleri çıkar, yerine camii koy. İzmir’den farksız 🙂

 

Taze süt ve süt ürünü satan otomatlar

Ana caddeye inerken sokaklarda bolca, bizim mahalle kahvelerine benzer içinde bolca emekli amca oturan kahvehaneler gördük. Kahvaltı yapacak bir şey bulur muyuz diye bakıyorduk ama ne yazık ki hiçbirinde İngilizce bir şey yok. Ezgi’yle “Her şey 1, 2 Euro ucuz görünüyor ama ne olduğunu da bilmiyoruz ki” diyerek, etrafta Türkçe bilen olmamasının rahatlığıyla yürürken bir pastahane gördük. İçeride iki tane simite tam 1 € verdik 🙂

Pastane - Selanik'te pastane
Selanik sokaklarında bir pastane

Selanik, sokaklarıyla, insanlarıyla “İzmir’in ikiz kardeşi” unvanını hak eden bir şehir. Konuşmazsanız Türk mü Yunan mı olduğunuzu anlama ihtimalleri neredeyse yok. Her şey ne kadar Türkiye’dekine benziyor diye konuşurken, yol kenarında duran iki teyzeye bakarak (kesinlikle alaycı bir tavır yok) Ezgi’ye “Aaa ne kadar anneanneme benzeyen bir kadın” dememle birlikte teyzenin birinin diğeriyle Türkçe muhabbete devam etmesi bize Selanik’te Türkçe konuşurken dikkatli davranmamız konusunda ders oldu 🙂

Selanik kordon
Belediye Binası

Atatürk Evi ve Türkiye Konsolosluğu

Altında koşturduğu, oyunlar oynadığı ağacın bulunduğu bahçe
Atatürk Evi
Cumhurbaşkanlığı Mühür
Cumhurbaşkanlığı Mührü
Atatürk - Atatürk Balmumu
Atatürk balmumu heykeli
Atatürk Evi
Atatürk Evi girişindeki yazı

Evin kitaplarda gördüğümüz cephesi

Selanik’teki ilk durağımız Atatürk’ün doğup, bahçesinde koşturduğu ev oldu. Türkiye Konsolosluğuna ait bölge müzeye çevrilmiş durumda. Ve 19 Mayıs olması sebebi ile her taraf Türk kaynıyor. Müze birkaç yıl öncesine kadar daha farklı, daha eskinin hissedilebildiği bir haldeymiş. Eskiden burayı görenler; restorasyonun güzel olmadığını, burayı basit bir fotoğraf galerisine çevirdiklerini söylüyorlar. Sokağı döndüğümüzde; küçükken kitaplarda gördüğümüz o evi görmek, adeta çocukluk hayallerimize kavuşmak gibi bir şeydi.

Aya Dimitri Kilisesi

Selanik şehrinin koruyucu olarak isimlendirilmiş Aziz Dimitri adına yapılan bu tarihi kilise Bizans’tan sonra, II. Bayezid zamanında Kasımiye Camisine çevrilmiş. Sonrasında tabii tekrar kilise haline geri döndürülmüş. Burayla ilgili garip bir bilgi de; Aziz Dimitri’nin buranın alt katında yatıyor oluşu ve mezarının yanındaki çeşmenin suyunun şifalı olduğuna inanılması. Burada çeşmelerin olmasının sebebi ise kilise yapılmadan önce buranın tarihi bir hamam olmasıymış.

 Beyaz Kule

Beyaz Kule - White Tower
Kordondan beyaz kule

Neredeyse tüm sahil şeridi boyunca görünen bu yapı şehrin sembolü olmuş durumda. Öyle ki hediyelik eşyalardan, buzdolabı magnetlerine kadar her yerde bu kule var. Osmanlı döneminde yapılmış bu kule, sonradan beyaza boyandığı için ismi bu şekilde kalmış. Kulenin yıllar boyunca hapishane olarak kullanılmışlığı da var, deniz gözetleme kulesi olarak kullanılmışlığı da. Biraz acıkmış olmamız sebebiyle çantamızda kalan konservemiz (Patlıcan 🙂 ), etimek ve marketten aldığımız meyve suları (iki tanesi 3€) bize farklı bir kahvaltı oldu 🙂

St. Panteleimon Kilisesi

St. Panteleimon Kilisesi

Bu yapının içerisine girmedik çünkü burası müzeye çevrilmiş bir yer ve giriş ücretleri burayı cazip olmaktan uzaklaştırıyor. Önündeki meydan, Galerius kemerleri ve mezarlığıyla tek parçaymış. Burasını da 1548 yılında İshakiye Camii olmuş bir dönem.

Aristotelous Meydanı

Selanik kentinin ana meydanı konumundaki Aristotelous, 1917 Büyük Yangın  sonrası yeniden inşa edilmek zorunda kalınmış. Buradan yukarıya, otobüse bineceğimiz noktaya giderken ellerinde gyros ve souvlaki gördüğümüz insanlar yüzünden acıkmaya başladık. Gyros, bildiğimiz döner ve bu bölgede, Türkiye’de olduğu kadar yaygın durumda. İnek, domuz ve tavuk etini ayrı ayrı pişirip kesinlikle hiçbirinin bıçağını karıştırmıyorlar. Muhabbetimiz sonucu Türk olduğumuzu öğrenince domuz seçeneğini direkt çıkararak sordu bize, ne yemek istediğimizi 🙂 İsterseniz 50 cent farkla sos olarak Tzatziki yani Cacık da koyuyorlar. İki gyrosa verdiğimiz para yaklaşık 6€

Makedonya’ya Gitme Çabamız

Öncelikle bilmenizi istediğimiz ilk konu, Yunanistan vatandaşları Makedonya isimli bir devleti tanımıyorlar. Yani Makedonya’ya gideceğiz derseniz zaten Makedonya’da olduğunuzu, bu ismin Büyük İskender’le bu topraklara verildiğini duyacaksınızdır. Aşırı sinirlenecek insanlara denk gelmeniz de olası. Eski Yugoslavya anlamına gelen FYROM kısaltmasını ya da başkentleri olan Skopje ismini daha sık duyacaksınızdır.

Makedonya’ya Otostop Denemesi

Bu da demek oluyor ki Selanik’ten Üsküp’e gitmek biraz zor çünkü Türkiye’den gelen veya Atina’dan gelen otoban kesişimlerine aşırı sağanak yağış sebebiyle gitmemeyi tercih ettik. Gidersek şehre geri dönüşümüz zor olacak, gece istemeyeceğimiz bir yerde konaklamak zorunda kalacaktık. Beklediğimiz nokta hitchwiki.org üzerinde 2. seçenek olarak gösterilen otogara yakın bir noktaydı. Sağanak yağış altında birkaç saat güzelce ıslandıktan sonra gidemeyeceğimizi anladık ve en yakın wi-fi erişim noktası olan otogara geri dönmek zorunda kaldık.

O an tam anlamıyla sokakta kalmış iki gezgindik. Önceki gece kaldığımız Sokratis’in o gün müsait olmamasından dolayı ya şehirde sabaha kadar boş boş gezecektik ya da otogar bize o gece ev sahipliği yapacaktı.

Couchsurfing Maceramız

Telefonlara sarılıp Couchsurfing üzerinden durumumuzu anlatıp, atabildiğimiz kadar kişiye mesajlar yağdırmaya başladık. Önceki gece yoğun olduğu için bizi reddetmek zorunda kalan kişiler “Bu yağmurda kimseyi dışarda bırakamam” diyerek bize evini açtı. Daha önce aynı durumda kaldığında couchsurfing sayesinde kalacak yer bulan Despina da bizi kabul edeceğini söyledi ama o anki iletişim sıkıntıları sebebiyle onda değil, Fivos’un evinde kaldık. Otogardan merkeze gitmek için otobüs durağında bilet ararken karşılaştığımız bir adam, bizi sırt çantalarımızla gördüğünde bilet verdi ve Türkiye’den geldiğimizi öğrenince “ooo, gardaaş gardaş” diyip içimizi ısıtan bir gülüşle yorgunluğumuzu biraz olsun hafifletti.

Fivos ve arkadaşları

Couchsurfing, gerçekten kendinizi evinizde hissedebileceğiniz insanlarla tanışabileceğiniz bir sosyal ortam. Sırt çantalı bir gezgin için, özellikle de otostopla ve düşük bütçeli seyahat yapıyorsanız biçilmiş kaftan. Bizi eve götürüp; odasını ve evin anahtarlarını bıraktıktan sonra gece evde görüşmek üzere ayrıldık. Akşam evde oluşan arkadaş grubuyla Yunanistan’da ve Türkiye’deki genel yaşam sorunlarından, günlük hayatımızdan konuşmalar yaptıktan sonra evden çıkıp bir gece turu attık ve bir şeyler yiyip içebileceğimiz bir yere gittik. Burada karnımızı doyuracak sosisliye ve vaktimizi geçirecek kadar içeceğe toplam 6 € verdik.

Türkiye’ye Otostop ile Dönüş Yolu

Türkiye’ye Dönüş

Öncelikle bundan daha önce kendisine tam olarak bahsetmediğim için Ezgi bu satırları okurken bana birazcık sinirlenebilir. Ben düştüm, siz aynı hataya düşmeyin diye otostop çekmesi zor olan ülkelerde en iyi yolun tır park yerleri olduğunu hatırlatmak istiyorum. Hitchwiki.org uygulamasını karıştırırken iki seçenek gördüm. Biri tek araçla ulaşılabilen otoban üzerinde bir nokta, diğeriyse ikinci bir otobüse binmeyi gerektiren şehrin biraz dışındaki bir nokta olan Jetoil. Siz, siz olun önceden tecrübe edilmiş konularda, yeniden ampulü icat etmeye, yer çekimini keşfetmeye kalkmayın 🙂 Jetoil özellikle Türk tır şoförlerinin sıkça durduğu bir nokta. Avrupa’da otostop ile yolculuk yapan gezginler bilir ki Türk tır şoförleri bulunmaz nimettir.

Bizim otostop için gittiğimiz nokta bir adet araç alt geçidi bulunan, çıkışında bir yola daha bağlanan, araç trafiği yoğun bir noktaydı. Yaklaşık üç saat boyunca 15 dakika yağmurda, 15 dakika kurulanmak için alt geçitte otostop çektik. Sırt çantaları ve yağmurluklarımız yağmur geçirmez olduğu büyük bir sıkıntı yoktu ama yine de bir miktar ıslanmıştık.

En son kartonumuz yağmurda eriyince, tek çaremiz olan matımıza Türkiye yazmak zorunda kaldık. İki Türk tırcı duruncaya kadar neredeyse sıfıra yakın sayıda araç durdu fakat duranlar da farklı güzergahlara gidiyordu.

Sınırda Grev Var, Kapılar Kapalı

Aracına bindiğimiz şoför abiler bu cümleyi kurduğunda ne yapacağımız konusunda biraz kaygılanmıştık. Park alanına gidip, duruma göre sabahlayabileceğimizi, hatta tırda uyuyabileceğimizi veya istersek çadırımızı kuracak yerler olduğunu söylediler. Bu geceki mekanımız Xanthi (İskeçe)’de bulunan petroldü.

Konserve - Yolda Yemek
Tır’da yemek vakti

Buraya gelirken yolda Lidl’a uğradık. Lidl Yunanistan’da adeta BİM bulmuşçasına mutlu olabileceğiniz bir yer. Birkaç dolarak çok lezzetli konserveler, ekmekler, meyve suları alabilirsiniz. Buradan aldığımız iki konserve, meyve suyu ve ekmeğe 5-6€ verdik.

Xanthi’ye geldiğimizde hava karanlıktı. Yemeğimizi yedikten sonra petrolün dinlenme salonunda bizi gören tüm Türk şoförler muhabbet etmeye, yardımcı olmaya çalıştı. Burada yediğimiz, içtiğimiz hiçbir şey için cüzdanımızı çıkarmamıza izin vermediler.

Masada karşımda oturan, Erol abi 🙂

Burada Erol abi ile tanıştık. Erol abi; ailesi İzmir’de yaşayan, eşiyle mutlu bir birlikteliği olan, entellektüel anlamda gerçekten dolu bir insan. Herkesin kafasında az da olsa var olan “Şoför cahildir.” algısını tamamen yıkabilecek birisi. Biz eğer yorgun olmasaydık kendisiyle sabaha kadar muhabbet etmekten keyif alırdık. Zaten uykumuz geldiğini fark ettiğimizde bile saat gece yarısını çoktan geçmişti.

Uyumak için seçeneklerimizi değerlendirirken çadır kurmaktan mecburi kaçınmamız gereken bir geceydi çünkü dışarıdaki rüzgar, çadırı yerinden oynatmaya yetecek şiddette bir fırtınaydı.

Erol abi, bize önce şoför alanındaki koltuk ve yatağı, sonrasında boş olan dorseyi önerdi. Dorse fikri; hem kimseye rahatsızlık vermemek adına, hem de zaten matlarımız olduğu için böyle bir fırsat elimize bir daha geçmez düşüncesiyle daha cazip geldi.

Tır dorsesinde uyku

Gelirken otobanı kullanmıştık fakat dönüşte yan yolu kullanma şansımız oldu. Bu sayede daha güzel manzaralar eşliğinde yapabildik dönüş yolumuzu.

Dönüş yolu 🙂

Sabah uyanıp tekrar yola çıktığımızda Alexandroupolis (Dedeağaç)’a kadar tırlara izin verildiği, devamında sadece ticari olmayan araçların gidebildiğini öğrendik. Bu kavşağa geldiğimizde bekleyen trafik polisinden, bize Türkiye’ye giden bir araç durdurmasını istediğimizi söylediğimizde düşünmeden kabul etti. Trafik polisi olduğu için el ettiği araç duruyordu ve boş olan araçlardan birine hemen atladık. Bildiğim birkaç Yunanca kelimeden biriyle bağırdım polise : ευχαριστώ (efharisto) Teşekkür ederim…

 

Harcadığımız toplam para

Yiyecek – İçecek : 21-22 €
Toplu Taşıma : 6 €
Buzdolabı Magneti : 4 €

Toplam : 32€

 

Son Yazılarımızdan Haberdar Ol!

E-MAIL Listemize kayıt olursanız, haftalık yazılarımızdan haberdar olabilirsiniz !

Bir Cevap Yazın